Cumhurbaşkanlığı Sarayında kim kalıyor ?

Zeynep

New member
Cumhurbaşkanlığı Sarayında Kim Kalıyor? Bir Hikâyenin Kalbinden Forum Sohbetine

Selam dostlar,

Bugün size bir haber, bir analiz ya da bir tartışma konusu getirmiyorum. Bu sefer bir hikâye anlatmak istiyorum — içimizden, tanıdık yüzlerin yankılandığı, içinde hem strateji hem duygu, hem akıl hem kalp barındıran bir hikâye.

Hikâyenin adı: Cumhurbaşkanlığı Sarayında Kim Kalıyor?

Ama inanın, bu sadece bir mekânın değil, bir zihniyetin ve ruh hâlinin hikâyesi. Bu başlık, bazen gerçekten bir sarayı, bazen de hepimizin içindeki “iktidar” duygusunu temsil ediyor olabilir.

---

Bir Akşamüstü Sohbeti: Hikâyenin Başlangıcı

O akşam Ankara’da hava griydi. Hava değil sadece, insanların yüzü de biraz solgundu. Kahvehanede oturan üç kişi vardı:

Murat, Emel ve Hasan.

Üçü de birbirinden farklıydı ama hepsinin kalbinde aynı soru vardı: “Cumhurbaşkanlığı Sarayında kim kalıyor?”

Murat stratejik düşünen bir adamdı. Bir mühendis gibi konuşur, kelimelerini ölçer biçerdi.

Emel duygusal ama güçlü bir kadındı. İnsanların duygularını okumakta ustaydı, kelimelerin ardındaki anlamı hemen fark ederdi.

Hasan ise ikisinin ortasındaydı; yaş almış bir esnaftı, geçmişiyle bugünü bağlayan bir köprü gibiydi.

---

Murat’ın Gözünden Saray: Güç, Plan ve Strateji

Murat kahvesinden bir yudum aldı, gözlüğünü düzeltti ve dedi ki:

“Ben olsam o sarayda kimlerin kalacağını planla seçerdim. Stratejik bir karargâh gibi düşünmek lazım. Orası bir sembol, yönetimin beyni. O yüzden o duvarların içinde kalanlar sadece insanlar değil; sistemler, kararlar, güç dengeleridir.”

Murat’ın sesi netti, düşünceleri matematik gibiydi. Ona göre saray, aklın merkeziydi.

“Kim kalıyor?” sorusuna vereceği cevap insandan çok yapıya dairdi: “Orada kalması gereken, ülkenin geleceğini planlayan zihindir. Kim olduğu değil, ne yaptığı önemli.”

Onun için mesele duygusal değil, stratejikti. Tıpkı bir satranç tahtasında taşları yerleştirir gibi bakıyordu olaya.

Ama Emel başını salladı, gözleri uzaklara daldı. Onun içindeki saray çok daha farklıydı.

---

Emel’in Gözünden Saray: Kalpler, Sessizlikler ve Hikâyeler

Emel yavaşça konuştu:

“Murat, belki sen haklısın ama bana göre sarayda kim kalıyor değil, kim yalnız kalıyor daha önemli. Çünkü o kadar büyük duvarların arasında kimse tamamen huzurlu olamaz.”

O, sarayı bir bina değil, bir duygu olarak görüyordu.

“Bir saray ne kadar büyükse, içinde yankılanan sessizlik de o kadar gür çıkar,” dedi.

Kadınların sezgisel yaklaşımıyla bakıyordu konuya. Onun için mesele sadece yönetim değildi; insan ruhunun yüküydü.

“Ben bazen düşünüyorum,” dedi Emel, “O koca pencerelerden dışarı bakınca kim ne hissediyor acaba? Halkını mı düşünüyor, yoksa yalnızlığını mı?”

Bu cümleyle kahvehanedeki sessizlik derinleşti. Hasan bile piposunu elinden bırakıp sustu.

---

Hasan’ın Yorumuyla Gerçeğe Yaklaşmak: Birlik, Hafıza ve Hikmet

Hasan yaşlıydı ama kelimeleri gençti.

“Evlatlar,” dedi, “Ben bir kere o sarayın inşasını televizyonda izlerken düşündüm. Bizim köyde kerpiç evler vardı, çatısı akar, duvarı çatlar ama içinde sevgi vardı. Şimdi saraylar büyüdü, kalpler küçüldü sanki.”

Hasan’ın cümleleri yavaş ama etkiliydi.

“O sarayda kim kalıyor biliyor musunuz?” diye sordu.

Sonra kendi sorusuna kendisi yanıt verdi:

“Orada hepimiz kalıyoruz aslında. Çünkü o duvarların içinde alınan her karar, bizim soframıza, hayatımıza, umutlarımıza dokunuyor.”

Bir anlık sessizlikten sonra devam etti:

“Bir ülkenin sarayında kim kalırsa kalsın, eğer halkın gönlünde yer yoksa, o saray boş kalır.”

---

Sarayın İçinde ve Dışında: İki Gerçek Arasında İnsan

O gece konuşma uzadıkça konu derinleşti.

Murat “stratejik yönetim”den, Emel “insani duygulardan”, Hasan ise “ortak kaderden” bahsetti.

Ve sonunda fark ettiler ki, her biri haklıydı — sadece farklı pencerelerden bakıyorlardı.

Saray, bir ülkenin kalbi gibi:

Biri o kalbi mantıkla pompalıyor, biri duyguyla besliyor, diğeri onun ritmini anlamaya çalışıyor.

Belki de asıl mesele kimlerin içeride olduğu değil, kimlerin dışarıda kalmadığıydı.

Emel, gözleri dolarak şöyle dedi:

“Belki de asıl soru şu olmalı: Sarayın kapıları kime açık, kime kapalı?”

Murat iç çekti:

“Kapılar hep güvenlik için kapatılır, ama bazen güvenlik bahanesiyle sevgi de dışarıda kalır.”

Hasan ise sözünü noktaladı:

“Evladım, saray dediğin taşla yapılır ama devlet, vicdanla ayakta durur.”

---

Forumdaşlara Soru: Sizce Saray Kimin Evidir?

O gün akşam kahvehaneden çıktıklarında gökyüzü kızıl bir renge bürünmüştü.

Belki Ankara’daki gerçek sarayda ışıklar yanıyordu, belki de ülkenin dört bir yanında küçük evlerde aynı soru yankılanıyordu.

Forumdaşlar, sizce bir ülkenin sarayı kime aittir?

O büyük duvarların ardında yaşayanlar mı, yoksa dışarıda sabırla bekleyenler mi asıl sahip?

Bir liderin evi midir, yoksa halkın kalbinde yankılanan bir sembol mü?

---

Son Söz: Gerçek Saray Nerede Kurulur?

Belki de gerçek saray, betonun, mermerin içinde değil; adaletin, vicdanın ve sevginin olduğu yerdedir.

Bir ülke, ancak bu üç değeri bir arada tutabildiğinde “saray” olur.

Murat aklıyla, Emel kalbiyle, Hasan ise vicdanıyla konuştu o gece — ve her biri haklıydı, çünkü ülkenin geleceği sadece liderlerde değil, halkın kalbinde inşa edilir.

Ve belki de hikâyenin cevabı budur:

Cumhurbaşkanlığı Sarayında kim kalıyor?

Cevap basit:

Orada kim adaletle, sevgiyle ve sorumlulukla kalabiliyorsa — işte o kalıyor.

Peki siz ne düşünüyorsunuz dostlar?

Saray, bir güç sembolü mü, yoksa bir kalp aynası mı?

Yorumlarınızı merak ediyorum; çünkü bu hikâye aslında hepimizin hikâyesi.
 
Üst